2 Ağustos 2009 Pazar

Kimyager Kimdir?

Kimyager ile kimya mühendisinin, teknikerin, teknisyenin farkını bilmeyen işverenler size bıkmadan yılmadan her gün bu konu hakkında mail atacağım.
Siz kendinizi eğitmediğiniz sürece, ben sizi eğitmeye devam edeceğim.

Kanun Numarası: 6269 olan yasa gereği Kimya mühendislerinden hiç farkımız yok.

işte link.http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/975.html

Biz KİMYAGERİZ,Ø Araştırma-geliştirme laboratuvarları,Ø İdari işler,Ø İşletme işleri; Sorumlu müdürlük,Ø Dizayn,Ø Üretim prosesleri,Ø Danışmanlık işleri,Ø Cihaz ve kimyasal madde pazarlaması,Ø Cihaz bakım ve onarımı işleri,Ø Patent inceleme uzmanı,Ø Laboratuvarlara akreditasyon veren kuruluşlar,Ø Satın alma,Ø Öğretmenlik vb.Ø Akademisyenlikgibi bir çok alanda çalışabiliriz.

Nihayet

Bugüne kadar sadece teoride mümkün olan bir molekül nihayet üretilebildi.

"Rydberg molekülü" diye bilinen bu kimyasal madde, bulunması güç iki atom arasında son derece zayıf bir kimyasal bağ üzerinden geliştirildi.

Nature dergisinde yer verilen bu yeni tür bağın, atomlardan birinin çekirdeğinden hayli uzakta bir elektronun bulunması sayesinde oluştuğu belirtiliyor.

Bu olay, aynı zamanda Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi'nin, elekronların nasıl davrandıklarına ilişkin temel kuantum teorilerini sağlamlaştırıyor.

DOĞRU YER, DOĞRU ZAMAN
Londra'daki UCL Üniversitesi'nden Helen Fielding, bu sayede diğer temel fizik kurallarını test edebilme imkanı bulabilecek olmalarının ilginç bir tecrübe olacağını söylüyor.

1934 yılında Enrico Fermi, eğer bir atomun diğer bir atomda bu tek başına dolaşan elektronu buluması halinde, beraber hareket edebileceğini savunmuştu.

Colorado Üniversitesi'nden fizik teorisyeni Chris Greene " Ama Fermi bu moleküllerin gerçekten oluşabileceklerini tasavvur etmemişti" diyor.

"Biz 70'li ve 80'li yıllarda Rydberg atomuyla bir normal atom arasında bu tür bir güç alanı oluşabileceğini anladık."

Uzmanlar bunun için tahmin edilemeyecek kadar soğuk bir ortam yarattıklarını da ekliyorlar.

Yakıt Sistemleri

Genel olarak roket sistemleri, çalışma prensipleri ve roketlerde kullanılan yakıtlar hakkında temel bilgiler.

Gerek askeri, gerek de sivil alanda kullanılan roketler nasıl hareket eder? İtki sistemleri nedir ve nasıl çalışır? Kaç türlü yakıt vardır? Bu yazının amacı bu konulara genel olarak değinip bir bakış açısı kazanmaktır.

Bilindiği üzere roketler, Newton’un etki-tepki ilkesine göre çalışan araçlardır. Yakıt yanınca çıkan gazlar bir lüle(nozul) vasıtasıyla hızlandırılır ve roket çalışır. Roketler iki türlü yakıtla çalışırlar: Sıvı yakıtlı ve katı yakıtlı.

Sıvı Yakıtlı Roketler:

Sıvı yakıtlı sistemler katı sistemlere göre daha karmaşıktır. Bu grupta sıvı yakıtı sıvı halde tutmak ve yakıtın yanma odasına iletimi tasarımın kalbini oluşturur. Yakıtın kendisi sıvı oksijen ve sıvı hidrojendir. Burada hidrojen yakıt, oksijen ise oksitleyicidir. Burada saf hidrojen peroksit ve kerozen gibi maddeler de kullanılabilir. Sıvı yakıtlarda herhangi bir araç olmadan kendi kendilerine yanabilen sıvı yakıtlara hipergolik yakıtlar denir. Sıvı roketlerin temel sistemi aşağıdaki gibidir:

Katı Yakıtlı Roketler :

Katı yakıtlı roketlerde yakıt ve oksitlerici polimer bir matriks içinde homojen bir şekilde dağıtılmıştır. Burada polimer doğal veya sentetik olabilir. En temel katı yakıtlı sistemler çift bazlı denilen ve nitroselüloz/nitrogliserin karışımı yakıtlardır. Nitrogliserinin kullanımındaki zorluk ve kısıtlamalardan dolayı nitrogliserin belli bir yüzdenin üzerine çıkamaz; bu da özgül itkisinin çok yüksek olmamasına neden olur. Çift bazlı yakıtlarda metal bileşen genellikle kullanılmaz ve bu yüzden duman yoğunluğu düşük olur.



Şekilde HYDRA 70 olarak bilinen mühimmatın roket motoruna ait çift bazlı yakıt kartuşları görülmektedir. Çift bazlı yakıtlar kalıp içine kartuş halinde dökülebilmektedir. Çift bazlı yakıtların yanısıra kompozit yakıtlar da mevcuttur. Kompozit yakıtta öğütülmüş metal yakıt olarak kullanılır. Metalin yanması için oksijen kaynağı da toz halindeki perkloratlar, kloratlar gibi içinde oksijen içeren moleküllerdir. Tipik bir kompozit yakıtta yakıt olarak aluminyum, oksitleyici olarak AP denilen amonyum perklorat kullanılır. Bu yakıt, son derece dumanlı ancak çok yüksek itki gücüne sahiptir. Burada tasarımda en önemli nokta yakıt sistemlerinin düzgün bir şekilde yanma profili göstermesidir. Eğer bu sağlanamazsa ya da yakıtta çatlak vs. gibi düzgün yanmayı engelleyecek bir durum olursa yanma düzgün olmaz ve roket patlar. Normal çalışan rokette yakıt yanar ve oluşan sıcak gazlar lüle vasıtasıyla hızlandırılarak roket itkiye kavuşur.

Sonuç :

Roket sistemleri, askeri veya sivil alanda olsun benzer mantıkla üretilirler. Askeri anlamda roket bir savaş başlığını düşman mevzilerine taşımakla görevli iken sivil alanda; bir uydu ya da mekiği atmosfer ötesine taşıyarak onu hedefine ulaştırır. Özellikle mekik taşıyan sistemlerde hem sıvı hem de katı yakıt sistemleri kullanılır. Mekiği atmosfer ve dünyanın çekim alanı ötesine taşıyabilmek için itki gücü çok yüksek olan katı yakıt “booster” roketleri kullanılırken uzayda manevra yapabilme imkanı olması ve uzay ortamında sürtünme olmadığı için gerekli itki dünyadakine göre daha azdır. Günümüz teknolojileri sayesinde gerek sıvı gerek de katı yakıt sistemleri çok gelişmiştir.

Yağları Dökmeyin

Türkiye'de en az 350 bin ton atık yağ toplanması gerekirken sadece 2500 ton toplanabiliyor. İşlendiğinde en az 1 milyar dolarlık gelir sağlayacak olan atık yağlar boş yere lavabodan dökülüyor, milyonlarca litre su kirleniyor.

Bir litre atık yağ bir milyon litre içme suyunu kirletiyor. Oysa atık yağlardan biyodizel yapmak ya da elektrik üretmek mümkün...

Ne yazik ki Türkiye'de en az 350 bin ton atık yağ toplanması gerekirken sadece 2500 ton toplanabiliyor. İşlendiğinde en az 1 milyar dolarlık gelir sağlayacak olan atık yağlar boş yere lavabodan dökülüyor, milyonlarca litre su kirleniyor...

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve Ezici Biodizel, geri dönüştürülmeyen bitkisel atık yağların, Türkiye’nin su kaynakları ve denizlerinde oluşturduğu tehditleri vurgulamak üzere bir basın toplantısı düzenledi.

Yeni Bir Element

Ria Novosti ajansının haberine göre, Rusya Ortak Nükleer Araştırmalar Enstitüsü (RONAE) fizikçileri, Rusya'nın bilimsel araştırmalar kenti Dubna'da, Dimitrovgrad Atom Reaktörleri Bilimsel Araştırma Enstitüsünün hazırladığı berkelyum hedef tahtasını kullanarak 117’nci elementi elde edecek.

RONAE bilim adamları, daha önce 112’nci ve 116’ncı ağır elementler ile tablonun en ağır 118’inci elementini Dubna kentindeki araştırmalarında elde etmişlerdi.

Araştırması ertelenen ve elde edilmesi için berkelyum hedef tahtasına ihtiyaç duyulan 117’nci element, U-400 siklotronunda (parçacık hızlandırıcı), hızlandırılmış kalsiyum iyonlarının berkelyum hedef tahtasını bombalaması sırasında kalsiyum ve berkelyum atomlarının çarpışması sonucunda elde edilecek.

117'nci elementin elde edilmesi için gerekli berkelyum çok nadir ve değerli bir madde olarak biliniyor. Ömrü 320 gün olan berkelyum maddesinin sadece 100 miligramının fiyatı 10 milyon dolar.

BERKELYUM AMERİKA'DAN
Bu araştırmanın yapılması için Amerikan Oak Ridge Ulusal laboratuvarında hazırlanan 25 miligram berkelyum-249 maddesinin yapılması için yaklaşık 5 yıl çalışıldığını belirten bilim adamları, bu maddenin dünyada sadece Amerikan Oak Ridge Ulusal laboratuvarında ve Rusya Dimitrovgrad Atom Reaktörleri Bilimsel Araştırma Enstitüsünde hazırlanabildiğini kaydettiler.

Berkelyum maddesinin 320 gün sonra parçalanarak 12,5 miligrama gerileyeceğini belirten Ortak Nükleer Araştırmalar Enstitüsü fizikçileri, amaçlarına ulaşmak için zamanlarının kısıtlı olduğunu, ancak bu yıl sonuna kadar 117’nci elementi elde edeceklerini kaydetti.

EN AĞIR ELEMENT URANYUM
Doğada bulunan en ağır element olan uranyum, periyodik tabloda 92’nci (çekirdekteki proton sayısı) sırada bulunuyor.

Diğer yapay ağır elementler, farklı elementlerin hızlandırılmış iyonlarının yüksek hızlarda çarpışmalarıyla elde ediliyor. Çarpışma sonucu elde edilen ağır element çekirdekleri kısa bir süre sonra dağılıyor.

Ünlü Kimyakerler

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1935 - .... )

1935'te doğan Sinanoğlu, 1953'te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.

1957'de Massachusetts Institute of Technology ' yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu. 1960'ta Yale Üniversitesinde "asistant professor" (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı.

26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile "associate professor" (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve "full professor" ( profesör ) ünvanını aldı. Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü oldu.

1964'te ODTÜ'ye danışman profesör oldu. Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam - solvofobik kuvvet ) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu.

İki defa Nobel' e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisinin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi.

26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesinde Moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürüyor.


Mehmet Ali Kağıtçı

Bir Kâğıt Tutkunun Hikayesi; Mehmed Ali (KAĞITÇI)...


Aydın ENGİN şöyle anlatıyor Kağıt Mühendisi Mehmed Ali'yi;

"İzmit'te SEKA Genel Müdürlüğü binasının önündeki bakımlı bahçede bir büst var, 'Bu kimdir? Ve neden büstü dikilmiştir? Diye soracak olursanız, alt kattaki Mehmed Ali Kağıtçı müzesini gezmelisiniz"

İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Kimya Enstitüsü'nde öğretim görevlisiyken, dönemin koşullarıyla bakıldığında 'köşeyi dönmek' için her yol var iken, bir holdinge danışman olabilecek, zehirli atık salan bir fabrikaya 'zararsızdır' raporu verip dünyalığını doğrultabilecek iken Darülfünun muallimliğini bırakıp Almanya'ya kağıt fabrikalarında çalışmaya gider Mehmed Ali. Sırtında işçi tulumu, yüzü gözü boya, reçine ve kir içinde kâğıtçılığı öğrenmeye başlar. Ustabaşısı, daha sonraki yıllarda SEKA'yı birlikte kuracakları, 1935'de Hitler'den kaçıp Türkiye'ye gelecek, her gün bisikletle Derince-İzmit arası pedal basarak fabrikanın geliştirilmesine büyük katkıları olacak olan Alman Yahudisi ve kağıtçı ustası Simon Holzmeyer'dir...

Daha sonra Fransa'ya giden Mehmed Ali, Lyon'da filigran tekniğini, Metz'de kağıt hamuru çökeltme tekniklerini kaynağından ve uygulayarak öğrenir. Sonra 'alaylı' kağıt ustası 'mektepli' bir uzman olmak üzere Grenoble Üniversitesi Kağıt Mühendisliği bölümüne girer ve 1927 yılında birincilikle mezun olur. Aynı yıl bilimsel donanımını Türkiye'de bir kâğıtçılık sanayisi kurmak üzere kullanmak amacıyla ülkesine döner. Kağıdını tümüyle dışarıdan döviz ödeyerek sağlayan Türkiye Cumhuriyeti'nde uluslararası kağıt tekellerinin yerli komisyoncuları köşe başlarını tutmuştur. Bir konferansı sırasında Dünya Kibrit kralının adamları, Avrupa Kağıtçılar Birliği Türkiye acentesi (ajanı diye de okuyabilirsiniz) ve Türkiye inhisarlar (Tekel) idaresi Genel Müdürü Behçet Bey olmak üzere üç görüşme talep edilir Mehmed Ali Bey ile. İlk ikisinde Türkiye'de kağıt endüstrisinin gelişmesi için yaptığınız girişimlere son vermesi halinde ülkeye giren kağıttan ton değer başına yüzde 3 komisyon alacağını, danışman olacağını söyleyenleri anında reddeder. Tekel Genel Müdürü'nün teklifi ise, sigara paketi, kibrit kutusu, tuz kutusu için günde 10 ton kağıt kullandıklarını, bunların bir kağıt fabrikası kurarak ulusal kaynaklardan karşılanması yönündedir. Bir kaç hafta içinde tüm plan ve projeleri hazırlanır ve ihaleye çıkılır. Üç gün kala Maliye Bakanlığı'ndan durdurulduğu yazısı alırlar. Burada fabrikanın kurulamaması için kapsamlı bir çalışma yapıldığı açıktır.

1930'lu yıllarda genç ve idealist mühendis Mehmed Ali ; "Bu toprağın emeğinin yanına bu toprağın kağıdını koymak gerek, Yaşamak için ekmek ne ise, düşünmek için kağıt odur. İkisinde topraklarında yetiştirmeyen milletler, eksikli olurlar" diyordu. Üniversitelerde konuşmalar yapıyor, basına bu yönde demeçler veriyordu. Mücadelesi ülkedeki bazı çevrelerce baltalanıyor, bunlar fabrika kurulmasını engellemeye çalışıyorlardı. İsmet Paşa ve bazı bakanlarda bu görüşe katılınca fabrika yapımı durduruldu. Fakat o günlerde İş Bankası'nın başında bulunan Celal Bayar hammaddeleri Türkiye'de bulunan bir fabrikanın zarar edeceğine inanmadığından genç mühendisi Ankara'ya çağırdı. O günlerin birinde Kılıç Ali ( İş Bankası Kurul Üyesi) Atatürk'e söz arasında Celal Bey'in bu kararını söyleyince Atatürk, eliyle masaya vurarak; "Şimdi iş, adamının eline düştü. Celal Bey, zarar etmemenin yolunu bulur. Kendisine söyle muvaffakiyetler dilerim" diyecekti.

Yıllar sonra Mehmed Ali Kağıtçı fabrikanın üretime geçtiği o ilk günü şöyle anlatacaktı ; "İzmit Kağıt Fabrikasında 18 Nisan 1936 cumartesi günü sat 14.30'da elime aldığım, Mustafa Kemal'in 'işte medeniyet hamuru' dediği ilk kağıt sahifası, uğruna yıllarca mücadele ettiğim idealime kavuşmanın bir belgesi idi. O mutlu andaki heyecanımı bugün de aynı tazelik ve şiddetle hissetmekteyim." Projesinin selüloz üretim kısmını gerçekleştirmek için tekrar girişimlerde bulundu ve İzmit Selüloz Sanayii Müessesesi'ni ve Sümerbank Karton Fabrikası'nı kurdu.1941'de hiç bir neden gözetilmeden görevinden alındı. İstanbul Belediye Kimyahanesi Müdürlüğü'ne atandı. Teknik Üniversite Makine Fakültesi'nde kağıtçılık dersleri verdi.

Tüm yakıcı tutkusunu ve ulusal sanayi inadının, yabancı firmaların kağıt piyasasını nasıl yavaş yavaş ele geçirdiklerinin, kağıtçılık sanayisinin nasıl giderek gerilediğinden ve tüm kağıt tutkusunun öyküsünü "kağıtçılığımız" kitabında anlattı 1977'de. 1982'de yaşamını yitiren Türkiye Kağıt Sanayinin kurucusu, Mühendis Mehmed Ali Kağıtçı'nın tüm emeğini ve ömrünü verdiği SEKA için kendisi görmese de korktuğu olmuştu. Fabrika 1998 yılında özelleştirildi ve Anonim Şirkete dönüştürüldü. 2005 yılında kapatılan SEKA yerinde şimdi bir park , ?Sekapark' bulunuyor...

Organik Kimya


Organik kimya temel olarak karbon ve hidrojen elementi içeren bileşikleri inceleyen bir bilim dalıdır. Saç, cilt ve kasları meydana getiren RNA ve DNA; yediğimiz içtiğimiz gıdalar; giydiğimiz elbiseler; ve aldığımız tüm ilaçlar organik maddelerdir.

Organik kimya'nın temeli 18. yüzyıl ortalarında simyacılar tarafından atılmıştır. O tarihlerde simyacılar canlı kaynaklardan elde edilen maddeler ile minerallerden elde edilen maddeler arasında o zaman için açıklanması mümkün olmayan farklar gördüler. Bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen bileşiklerin izole edilmesi ve saflaştırılması çoğu kez zordu. Bu maddeler saf olsalar dahi, bunlar ile çalışmak kolay iş değildi ve mineral kaynaklardan elde edilen bileşiklere nazaran bozulmaya daha fazla yatkınlardı. İsveç'li kimyacı Torbern Bergman 1770 yılında ilk defa olarak "organik" ve "inorganik" maddeler arasındaki farkı ifade etti. Bu tarihten sonra "organik kimya" sözcüğü çok kısa süre içinde canlı organizmalardaki bileşiklerin kimyası manasına ulaştı. O yıllarda, kimyacıların çoğu organik bileşiklerde canlı kaynaktan gelen "yaşamsal kuvvet" (vital force)'in organik ve inorganik bileşikler arasındaki farkı yarattığını düşünüyorlardı. Bundan dolayı, kimyacılar organik bileşiklerin inorganik bileşikler gibi laboratuvarlarda elde edilemeyeceğini ve bu bileşikler ile deney yapılamayacağına inanıyorlardı. Dolayısıyla, organik kimyanın gelişmesi çok gecikmiş oldu.

Michel Chevreul (1786-1889) 1816 yılında hayvansal yağ ile alkalileri reaksiyona soktu. Elde edilen madde bildiğimiz sabun idi ve sabun bir kaç saf organik bileşiğe ayrılabildi. Bu maddelere "yağ asitleri" adı verildi. Böylece, ilk kez bir organik madde (yağ) dışarıdan bir itici güç (yaşamsal kuvvet) olmadan diğer organik bileşiklere (yağ asitleri) dönüştürülmüş oldu.

Friedrich Wöhler (1800-1882) 1828 yılında inorganik bir tuz olan amonyum siyanatı daha önceleri bilinen organik bir madde olan üreye dönüştürerek "yaşamsal kuvvet" kuramını iyice çürüttü.

Kimyacıların çoğu 19. yüzyıl ortalarında "yaşamsal kuvvet" kuramını terk etmişlerdi. William Brande 1848 yılında organik ve inorganik kimya arasında keskin bir hat çizilemeyeceğini belirtmiştir. Kimya bugün birleşmiş durumdadır. En basit inorganik bileşikleri açıklayan temel bilimsel ilkeler en karmaşık organik bileşikleri de açıklayabilmektedir. Bununla birlikte, tarihsel nedenlerden dolayı organik ve inorganik kimya arasındaki bölünme kendini hala hissettirmektedir.